MUNZAM ZARAR
- Av. Mustafa Yiğit COŞKUN

- 28 Tem
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 gün önce

Günümüzde, bizimki gibi ülkelerde mevcut enflasyonist ortam dikkate alındığında, paranın değer kaybetmesi ve borcunu tahsil edemeyen alacaklıların yalnızca borçlarını tahsil edememeleri değil, aynı zamanda enflasyondan kaynaklı zararlara da maruz kalmaları söz konusudur. Bu nedenle, para borçlarında borçlunun temerrüde düşmesi durumunda alacaklının zarara uğrama ihtimali oldukça yüksektir.
Bu zararı önlemek amacıyla yasa koyucu tarafından öngörülen ilk önlem temerrüt faizidir. Nitekim alacaklı, zararının varlığını, miktarını ya da borçlunun kusurunu ispat yükümlülüğü olmaksızın, temerrüt faizi oranında zararını karşılayabilmektedir. Ancak temerrüt faizi, bir tür götürü tazminat niteliğinde olduğundan, her zaman alacaklının gerçek zararını tam anlamıyla karşılamamaktadır. Zira bazı durumlarda zarar, temerrüt faizini aşabilir.
Bu tür durumlar göz önünde bulundurularak, temerrüt faizi ile karşılanamayan zarar kısmı için de tazminat talep edilebilmesi belirli koşullara bağlanmış ve hukuki düzenlemelere konu edilmiştir. Bu çerçevede, ilgili koşulların gerçekleşmesi hâlinde, alacaklı uğradığı ek zararın da giderilmesini talep edebilir. İşte temerrüt faizinin karşılamaya yetmediği bu ilave zarara munzam zarar denilmektedir.
Mevcut 2025 tarihi ve öncesi içtihatlarda munzam zararın kararlarında somut yöntem kullanılarak hesap yapılmaktaydı ancak güncel Yargıtay kararlarında artık soyut hesap yöntemi benimsenmesine karar verilmiştir. Bu nedenle alınan güncel Yargıtay kararlarında hükmedilen munzam zararda maddi yönden daha karşılanabilir seviyelere gelmiştir. Konu hakkında daha detaylı olarak aşağıda bilgi verilmiştir;
Aşkın Zarar (Munzam Zarar):
Para borçlarında borçlunun temerrüdü nedeniyle ortaya çıkan munzam (aşkın) zarar, Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesinde (eski Borçlar Kanunu m. 105) düzenlenmiştir. İlgili maddenin birinci fıkrası uyarınca, “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramışsa, borçlu bu zarardan kusursuz olduğunu ispat etmedikçe sorumludur.” Bu çerçevede, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 1998/13-353 E. ve 1999/929 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere munzam zarar, borçlunun temerrüdüne dayanan ve kusur sorumluluğu esasına bağlı bir zarar kalemidir. Bu zarar, alacaklının sadece temerrüt faiziyle karşılanmayan zararını ifade eder. Bir başka ifadeyle, borçlu zamanında edimini yerine getirmiş olsaydı alacaklının malvarlığında oluşacak durum ile temerrüt sebebiyle meydana gelen fiilî durum arasındaki olumsuz fark munzam zararı oluşturur. Bu zarar türü, kusura dayalı sorumluluk ilkelerine tabi olup temerrüt faizini aşan kayıpları kapsar.
MUNZAM ZARARIN TAZMİNİNİN ŞARTLARI:
Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere, alacaklı temerrüt faizini isteme hakkı bakımından avantajlı bir konuma sahiptir. Oysa, aynı durum munzam zararın tazminini isteme hakkı bakımından geçerli değildir. Alacaklı, ancak aşağıda açıklanan şartların bir arada bulunması halinde borçludan munzam zararın tazminini isteyebilir.
A. Bir Para Borcunun Bulunması
Munzam zararın tazmininin istenebilmesi için borcun bir para borcu olması gerekir. Zira, munzam zararın istenmesi her türlü borç bakımından değil, sadece para borçları için mümkündür. Para borcunun kaynağı ise önemli değildir.
B. Borçlunun Temerrüdü
Türk Borçlar Kanunu 117. maddesi uyarınca davalı borçlunun usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmesi gerekir.Borçlu temerrüde düşürülmemişse borçlu hakkında yapılan icra takip tarihinde veya dava açılmışsa dava tarihinde borçlunun temerrüdü oluşur.
C. Munzam Zarar
Munzam zararın tazmini için gerekli koşullardan biri de zararın varlığıdır. Nitekim, Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa” ifadesiyle bu şart açıkça ortaya konulmuştur. Ancak aynı hüküm, zararın türü ve niteliği hakkında ayrıntılı bir açıklama içermemektedir. Buna rağmen, munzam zararın da zarar teorisinde benimsenen genel ilkelere göre değerlendirilmesi gerekir.
Türk-İsviçre Hukuku’nda zarar kavramı, çoğunlukla dar anlamda, yani maddi zarar olarak ele alınmaktadır. Maddi zarardan söz edilebilmesi için malvarlığında bir azalma meydana gelmiş olmalıdır. Bu azalma ise, alacaklının zarar doğuran olay gerçekleşmeseydi sahip olacağı malvarlığı durumu ile mevcut durum arasındaki farkı ifade eder. Bu bağlamda, munzam zarar da maddi zarar kapsamında değerlendirilmekte olup hem öğretide hem de Yargıtay kararlarında çoğunlukla “müspet zarar” olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla, munzam zararın varlığından söz edilebilmesi için, temerrüt faizini aşan bir kaybın meydana gelmiş olması gerekir. Bu nedenle, munzam zarar hesaplanırken, öncelikle oluşan toplam zarar belirlenmeli ve ardından temerrüt faizi bu miktardan düşülmelidir.
Munzam zarar çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Örneğin, borçlunun borcunu ifa etmemesi nedeniyle alacaklı, üçüncü bir kişiye olan yükümlülüğünü zamanında yerine getiremeyebilir ve bu nedenle daha yüksek oranda temerrüt faizi ödemek durumunda kalabilir. Veya alacaklı, vadesinde tahsil edemediği alacağı nedeniyle üçüncü kişilere olan borçlarını ödemek amacıyla kredi temin etmek zorunda kalmış ve bu durumdan kaynaklanan finansal kayıplar yaşamış olabilir. Bu gibi hallerde de munzam zarar söz konusu olur.
D. Uygun İlliyet Bağı
Munzam zararın tazmini için söz konusu zararla borçlunun temerrüdü arasında uygun illiyet bağının varlığı aranır.
E. Kusur
Borçlunun temerrüde düşmesi veya temerrüt faizi ödemesi için kusurlu olması şart değildir. Ancak munzam zararın tazmini söz konusu olduğunda, kusur unsuru devreye girer ve bu zarar türünün karşılanması, borçlunun kusurlu olup olmamasına bağlı hale gelir. Nitekim, Türk Borçlar Kanunu’nun 122. maddesinin birinci fıkrasında da ifade edildiği üzere, borçlu “kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe” temerrüt faizini aşan zararlardan sorumlu tutulur. Bu bağlamda kusur, munzam zarar talebinde bulunulabilmesi açısından zorunlu bir koşuldur.
Kusurun derecesi ise sorumluluğun doğması açısından belirleyici değildir. Borçlu, hafif bir ihmalle dahi temerrüde düşmüş olsa, bu durumdan kaynaklanan ve yalnızca temerrüt faiziyle giderilemeyen munzam zararı tazmin etmekle yükümlü olur. Dolayısıyla borçlu, her düzeydeki kusurundan ötürü bu zararları üstlenmek zorundadır.
MUNZAM ZARARIN İSPATI:
Munzam zararın hesaplanmasında somut ve soyut yöntemler dikkate alınır.
Somut yöntemde; davacı alacaklının munzam zarar kaleminin oluştuğunu somut bir biçimde ispatlaması gerekir. Örneğin borcunu zamanında tahsil edememesi nedeniyle kredi borçlanması yaptığını veya 3. kişilere borcunu zamanında ödeyememesi nedeniyle temerrüt faizi ödediğini, cezai şart gibi ödemelerde bulunduğunu, yine dövizleyapmış olduğu borçlanmadan dolayı borcunu zamanında ödeyememiş olması nedeniyle kur farkından kaynaklanan zararı olduğunu, ödemekle yükümlü olduğu vergi, sosyal sigorta prim ödemeleri gibi ödemeleri zamanında ifa edememesi nedeniyle gecikme faizi ödemek zorunda kaldığını iddia ederek bu zararını ispatlayabilir.
Soyut yöntemde; yaşayan hayatın gerçekleri ve deneyimlerinin zorunlu kıldığı herkesçe bilinen normal durumlar ile fiili karineler başka bir deyişle Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesinde belirtilen genel kuralın istisnaları şeklinde ispatyükünü ortadan kaldıran olgular, ispat hukuku açısından alacaklı lehine değerlendirilir. Ülkemizde seyreden hiper enflasyon nedeniyle bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için çaba ve girişimlerde bulunmak, örneğin en azından vadeli mevduat, altın, devlet tahvili, döviz gibi yatırımlarda değerlendirmesi olayların normal akışına, hayat tecrübesine uygun bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur. Enflasyonist ortamda yaşayan normal makul bir insanın parasını atıl bir biçimde tutmayacağı, gelir getirecek bir yatırıma yatıracağı bilinen bir gerçektir. 818 sayılı Borçlar Kanun’un 232 (TBK 187, madde de belirtildiği üzere herkesçe bilinen vakıalarla ikrar edilmiş vakıalarçekişmeli sayılmaz). Yasal deyimle bu maruf ve meşhur vakıaların ispatına gerek yoktur.
Yüksek Enflasyon Dönemlerinde;
Sürekli ve yüksek enflasyonun görüldüğü ülke ekonomilerinde para borcunun zamanında ödenmemesi halinde alacaklının borçluyu temerrüde düşürmesi, borcun ifasının uzun süre alması nedeniyle alacaklı her zaman zarara uğrar. Bu zararın bazı ispat kolaylıkları ile de olsa ispat edilmesi gerekir. Paranın değer kaybetmesi alacaklının mal varlığında bir eksilmeye yol açması halinde alacaklının zararının bulunduğu kabul edilmelidir.
Normal Enflasyon Döneminde;
Normal enflasyon dönemlerinde temerrütten sonra ifa anına kadar paranın değer kaybetmesi kural olarak zararın varlığını göstermez. Enflasyon ülke ekonomisinde süreklilik ve yükseklik arz etmiyorsa bu durumda alacaklının somut olaylarla zararını ispatlaması gerekir.
1988/4 esas 1989/3 karar sayılı İçtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında “para her zaman kullanılmasımümkün ve temettü meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın varlığı kesindir.” denilerek para borcunu ödemekte geciken borçlunun bu eyleminden dolayı alacaklının zararının doğacağı kabul edilmiştir.
Kısacası kişinin mal varlığında meydana gelen azalmanın mülkiyet hakkının ihlâli niteliğinde olduğu munzam zarar ispatı konusunda katı ispat kurallarına bağlı kalındığında ihlâl kararları verildiği ve tazminata hükmedildiği yine yüksek enflasyonist dönemlerde borçlunun borcunu ödemeyerek düşük temerrüt faizinden yararlanarak haksız kazanç elde ettiği ve borçlunun borcunu ödememesi, direngen durumda olması nedeniyle mahkemelerdeki dava sayısının hızla artmaktadır. Bu nedenle günümüzdeki gibi yüksek enflasyonist dönemlerde 2025 yılı başından itibaren Yargıtay kararlarında soyut yöntemin dikkate alınarak hesaplama yapmaktadır.
Güncel içtihatlar ışığında munzam zararın hesap yönteminde dikkate alınacak ekonomik veriler;
1. Her yıl itibariyle gerçekleşen TEFE- TÜFE, oranı
2. Bankaların 3 aylık ortalama vadeli mevduat faiz oranları,
3. Devlet tahvillerine verilen faiz oranları
4. Döviz kurlarındaki Amerikan Doları ve Euro değişim oranları
5. Asgari ücret artışı
6. Altın fiyatlarındaki artış
Sepetteki bu verilerin ortalamasının mahkemece zararın hesaplamaktadır.
ZAMANAŞIMI:
Munzam zararın tazmini davası Türk Borçlar Kanunu'nun 146. maddesi uyarınca 10 senelik zamanaşımı süresine tabidir. Zamanaşımının başlangıç tarihi ise alacaklının alacağının tamamının tahsil edildiği tarihtir.


Yorumlar